Sunday, February 17, 2008

Tanrı neden insanla uğraşsın?

Tanrı neden insanla uğraşsın?

Diyelim ki Tanrı var..
Peki insanla neden uğraşsın???

Şu evrensel boyutları göz önüne alalım..

İnsanın boyu ortalama 1.70, ömür ortalama 60-70 sene.

İnsanın özellikleri: düşünür,çalışır,imal eder,yer,içer,uyur,sevişir,genelde rahatı sever…

Bazen aldatır, çalar, öldürür, haksızlık yapar,yalan söyler, içki içer,kaçamak yapar.
Bir bütün olarak bakıldığında genel manzara budur.


Öte yandan evrene bakalım. Dünyanın çapı 12.750 km,Güneşin çapı 1 milyon 380 bin km,dünyaya uzaklığı 150 milyon km ;güneş sisteminin çapı 15 trilyon km veya 1.5 ışık yılı (1 ışık yılı:10 trilyon km),Samanyolu’nun merkezine uzaklığı 30 ışık yılı,Samanyolu galaksisinin çapı 100 bin ışık yılı,Samanyolu’na en yakın galaksi olan Andromeda'nın uzaklığı 2 milyon ışık yılı ve evrenin çapı (bizim görebildiğimiz en uzak gök cismi esas alınarak)20 milyar ışık yılı....


Bir de buna paralel evrenler kuramını ekleyin.Kimbilir kaç evren var? Tanrı bunları yarattıktan sonra insana dönüyor ve onun çetelesini tutuyor...Çok şaşırtıcı bir durum .??

Eski toplumların dini inançları çokluk kendi kavimleri ve yaşadıkları ortamla sınırlıydı

Tepelerindeki gökyüzünü ,dereyi,ağacı gölü kutsal sanmaları bundandır.

Büyüklük algıları sınırlı olduğu içindir ki kendilerini de yaşadıkları coğrafyanın yani algıladıkları dünyanın merkezine koyuyorlardı.

Bu vaziyette Tanrı/Tanrılar günlük yaşamda onlarla hep birlikteydi.Yani aynı dünyada farklı varoluşlar halinde birlikte yaşıyorlardı bir bakıma.

Uzay ile ilgili bilgi arttıkça bu kafa karıştıran muazzam genişlikteki alan ve görünürdeki yıldızlar Tanrı'nın varolduğu mekan ile ilişkilendirildi.Dikkat ederseniz eskiden yeryüzüne atfedilen tanrısal özellikler (örn Türklerde yer-su inancı) artık sadece gökyüzüne atfedilmeye başlanmıştır.

Bu gün artık uzayda Tanrı'nın bir tahtta oturmadığını biliyoruz.(Yine de uzay boşluğuna çıkan bir astronotun tanrı benzeri bir şeyle karşılaşıp karşılaşmayacağını düşünmesi doğaldır.)

Dünyadaki yaşam nedir,ne değildir?

· Yaşam denilen şeyin ne olduğunu da hem biyolojik hem de felsefi manada iyice öğrendik.Yaşamın bir varoluş savaşı olduğunu biliyoruz.Bu savaşın içinde bireyin kendisi yakınları ya da kavmi için yararlı olanı,hayatta kalmayı bugün ve gelecekte sağlayacak olanı yapmaya çalıştığını_biliyoruz. Ve insanın bir düşünceye bağlandığında ondan kolay kopmadığını ve kendini haklı çıkarma mekanizmalarını her zaman çalıştırdığını biliyoruz.Bu demektir ki insanlar arasında farklılıklar kadar haklılıklar,haklılıklar kadar çekişmeler,savaşlar,aldatmalar olacaktır.Bunun adı "Dünyadaki yaşam" dır.

· Bu dünya şartlarında(kıtlık ekonomisi) ve bu insani altyapıyla yaşam denilenin böylesi,mükemmellikten çok uzak bir şey olması gayet doğal.Eğer bir Tanrı var idiyse de bu şartları tam da bu şekilde kurduktan sonra,ardından dünya gezegeninde ne olacağını biliyor olması gerekirdi.

· Sonuçta, “İnsanın evrensel ölçekte bir değerinin olmadığı çok açık görülüyor”.

İnsan ne dünyaya ne güneş sistemine ne de evrenin sonsuz denebilecek boyuttaki kayıtsız yapısına bir şey ispat edebilir.İnsanların kendi aralarında iyi geçinmesi evrenin yaratıcısı bir varlığın bu kadar ehemmiyet verebileceği bir şey değildir.Böylesi bir insan-tanrı ilişkisi tasavvur edebilenlere hayret etmemek, aklı başında ,dünyayı kavramış bir insan için mümkün görünmüyor..

Evet,insan sadece bir insandır ve biyolojik açıdan basitçe dünyada diğer yaşayan varlıklara neredeyse tıpatıp benzer,yaşam kaygısını tam özünde barındıran bir varlığa sahiptir.Evrensel boyutları atlayıp Tanrıyla,insanı yakın gören anlayış,insan merkezci alışkanlıkların kalıntısını taşıyor.İnsanın O'nun görünümünde yaratıldığı,aklın sadece ona bahşedildiği(Tanrıya benzer bir aklın),iyi ve kötü bilgisine sahip olma ayrıcalığını yaşadığı gibi şeyler, insanı Tanrı'nın uğraşabileceği bir mertebeye yükseltmek için uydurulmuştur.

İyilik-kötülük bilgisi ve akıl gibi özellikler aslında son derece insani (yeryüzünde geçerli) ve evrensel ölçekte bir değeri olmayan şeylerdir.


Ve aklın gereği olan soru şudur?

İnsanın,böylesi bir gezegende böylesi tuhaf bir hayat sürerken, yaşamsal ve etik düzeyde,irili ufaklı,doğru yanlış binlerce eylemi üzerinde Tanrı neden dursun?

Yaratılış planının gayesi ne olabilir?

Yaratımın gayesi insanlarla bir tür oyun oynamanın ötesine geçebilmekte midir? İnsanların arasında ki ilişkiler onun için neden bu kadar önemli?

20 milyar ışıkyılı çapında ki evren,”minicik bir dünyanın,başta konulan boyutlar düşünüldüğünde, mikroskobik düzeyde ki bir çeşit canlısı olduğu açık olan insanın” başrolünü oynadığı, bir dizi yapılması ve yapılmaması gerekenlerden kurulu kendini sürekli tekrar eden bir ritüelin gerçekleşmesi için mi var? Lütfen,"bunu Tanrı bilir" diyenler “akla dayalı” bir hayat üzerinde” varlıklarını onadıklarını bir daha sorgulasınlar.

Sınav polemiği

Bu dünyada biz bir sınava tabii tutuluyoruz ama sebebini bilemem, onu Allah bilir, ama çok önemli bir sebep olmalı-diyorsunuz diyelimki.

Peki nedir o önemli sebep?Böylesi bir sebebin olmadığı görülüyor ve mantık zinciri kesiliyor.Kesildiği noktada da “dogmaya” dönmüş olunuyor.(Ben bilmem Tanrı bilir)

Çifte standart yürütmek istemiyorsak eğer mantığı hayatımızdan tümüyle çıkartalım o takdirde ve göreceğiz ki mantıktan vazgeçtiğimiz noktada her iddia geçerlidir.

Scientology de ,Budizmin “karma öğretisi de,Mahianizm de doğrudur.

.

Birisinin diğerinden ne farkı var mantık kesintiye uğradıktan sonra?

Eğer yaşam etik düzeyde bir imtihansa, Budizmin ileri sürdüğüşekilde de bir imtihan olabilir.Yani,Buda’nın yasalarını izleyerek,her re-enkarnasyonun sonunda daha üst bir yaşam formuna geçerek, sonunda nedensellik zincirinden kurtulmaya dönük bir imtihan oluyor olabiliriz.Neden olmasın.

Ama şunu sormak aklın gereği.”BİZ NEDEN İMTİHAN OLALIM” veya BİZİ BAZI ÜSTÜN VARLIKLAR NEDEN İMTİHAN ETSİN Kİ?” Bu imtihan , kime (bize ve tanrıya) ne kazandıracak ve hangi tutarlı amaca hizmet edecek?Karşılığında bilmiyorum ama, “öyle işte” cevabı verilecekse , bütün dini sistemler doğrudur denildiğinde çürütülme imkanı kalmaz..Zira artık adına akıl ve mantık dediğimiz yaşamsal pusulayı kaybetmiş bahtsız insanlar haline gelmiş oluruz.

İRADENİZİ DEVİR ALMAK ÜZERE ÜZERİNİZE ZIPLAYAN DİN BEZİRGANLARINA NE CEVAP VEREBİLİRSİNİZ ?

“Öte dünya faraziyesiyle” işe başlayan bir dine mensup olmaya kalkmanın en büyük zorluğu, bu dinlerin tüccar zihniyetiyle hareket eden kurucu ve yöneticilerinin, “insana ait, akla dayanan özgür iradeyi” , öbür dünya mükafatı karşılığında vesayet altına almak istemelerine rıza göstermektir.

Hasbelkader bir inanan olduktan sonra bir de bakarsınız ki attığınız her adıma karışılmaktadır..Üstelik ortada olmayan tanrının yerine vekalet ettiklerini, onun bizzat sözcüsü olduklarının gayet açık olduğunu iddia edenler tarafından..

Filozof John Stuart Mill, Tanrıya inancını sunmasını veya öte dünyada kötü kaderine razı olması seçeneklerini önüne sunanlara sert bir üslupla şöyle cevap veriyor.

Tavsiyem, aşağıdaki sözleri iyice okumanız ve sizi özgür iradenizi savunmak zorunda bırakmayı görev edinmiş, dünya ölçeğinde çok sayıda bulunan, sınır tanımaz şarlatanlar ortaya çıktığında,derhal savuşturmak üzere “kutsal sözler misali” hatırınızda tutmaya çalışmanız..

Tanrı’ya inanmam ve aynı zamanda bu varlığa en yüksek insan ahlakını ifade eden ve olumlayan isimler vermem söylendiğinde,gayet açık olarak inanmayacağımı söylerim.

Böyle bir varlığın üzerimdeki gücü ne olursa olsun,kesin olan şey,ona tapınmaya mecbur olmadığım ve tapınmayacağımdır.Ben,kendi türümden canlılara bu vasfı yakıştırırken kastettiğim şeyin dışında hiçbir varlığa “iyi demem” ve bunun için böyle bir varlık beni cehenneme mahkum edecekse,cehenneme giderim.”(J.S.Mill)

Görüşmek üzere değerli arkadaşlarım,sadece köktendinci tuzağa düşmemiş ,üzerinde tartışılabilir kalitede yorumlar geldiği takdirde cevap vereceğim.

Can Güngen

17.Şubat 2008 Pazar
Merter İstanbul