Hegel(1770-1831), 1807 de “phenemonology of mind” ı yayımladı... Hegel’e göre insan; varlık hakkında duyuları hiç kullanmaksızın yalnızca akıl yoluyla gerçek ve kesin bir bilgiye ulaşabilir-ki işte bu yüzden de Hegel idealist bir filozoftur- Çünkü aklın yasalariyla varlıgın yasaları bir aynıdır. Bunu da “Akla uygun olan gerçek, gerçek olan da akla uygundur” sözüyle ifade etti.
Hegel her şeyin temelinde bir evrensel varlığın,İde’nin var olduğunu düşünüyordu.İdeden ayrı bir ilke,ondan ayrı,onun dışında da bir şey yoktu.Var olan her şey onun ortaya çıkışı,belirmesi,belli bir biçim alması,tenleşmesiydi.Mutlak varlık sadece varolmanın da ötesinde bir gelişme,ilerleme ve değişmeydi.Diyalektiğe dayanan felsefesinde,İde çokluk çeşitlilik,tek teklik içinde kaybolup gitmez;düşünen Tinde(zihinde) yeniden kendine döner.Tin kendini bilip tanıyan mutlak varlıkdır.Farklar ve antitezler mutlağın kendini gerçekleştirdiği gelişmesinde birer ara durak,uğraktır(Moment)Her kavram kendi antitezini,olumsuzlamasını içinde taşır.Mutlak varlık kendini olumsuzlayarak ,tek tek varlıklar ve çokluk(Doğa) haline gelir.Bu mutlak varlığın kendisine yabancılaşmasıdır.Ama çokluk,doğada görülen tek tek varlıklar , gelişmenin bir uğrağıdır yalnızca.Tek tek varlıklarda kendini olumsuzlayarak,bütünselliğe yani birliğe yönelir ve insan bilincinde yani kendini tanıyan bilinçte,maddesel ve manevi bütün varlıklar yani evren yeniden buluşur ve birleşir.Böylece,başlangıç noktasına yani mutlak varlığa daha yüksek bir düzeyde ,bilinç düzeyinde yeniden ulaşılmış olur.
- Tin bütüne ulaştığı yolculuğuna tarihte,iklim,coğrafi yer,ırk ve ulus tarafından belirlenmiş bir yerden başlar.Gelişmemiş bir “ruh” halinde veya “duyum” halinde bulunan Tin bu haliyle antropolojinin inceleme konusudur.
- Bir sonraki basamakta “kendini duyuş” gerçekleşir.Öteki benleri de tanıyıp kabullendiğinde ahlak ve devlet şeklinde nesnel Tin ortaya çıkar.Tarih halklarda beliren Tinin gelişiminden başka bir şey değildir.Tarihin belli bir anında bir halk Tinin gelişimini üstüne alır ve gerçekleştirir.
Tinin tanınmasında kullanılan araçlar
- Mutlak Tin ilk ortaya çıkışında Sanattan faydalanır.Sanat İde’nin sezgiyle ve doğrudan doğruya tanınıp bilinerek ortaya konulmasıdır.
- Din aşamasında İdenin doğrudan muhatap olduğumuz varlıklardan üstün olduğunu anlarız.
- Felsefe üçüncü aşamadır.Sanatın ve dinin taşıdığı doğruluğun daha üst seviyede kavranmasıdır.
Hegelin ve Marksın diyalektik anlayışları arasındaki fark:
Bu nedenle Hegel için temel olan düşüncenin, bilginin ilerleyişinin vs yasaları..Maddenin evrimi ise düşüncenin kendini gerçekleştirme macerası. O zaman Hegele göre Maddenin değişmez yasaları diye temel bir kavram yok bir anlamda.
Ama şu var: Hegele göre varoluş "baştan varolan amaca" dayalı bir evrim. Yani önce yabancılaşıp sonra insanda kendini bulma macerası . Ve diyalektik denilen şey bu amacı baştan belirli evrimi yöneten kanunlar.
Diyalektik materyalizmde ise "bu baştan varolan amaca doğru evrimi tanımlayan diyalektik", düşüncenin kendini gerçekleştirmek için işleyişine dair yasalar olmaktan çıkıp maddenin yasaları konumuna yükseltiliyor
Bütün felsefesi boyunca insanın özünde tarihsel bir varoluşu bulunduğunu, tarihinse özgürlük bilincinin gelişimiyle özdeş olduğunu savunan Hegel , gerçek özgürlüğün üyelerinin birbirlerinin varlığını aynı ölçüde karşılıklı olarak tanıdığı, birbirlerine eşit derecede saygı gösterdiği bir toplumda yaşamak ile edinilebileceğini ileri sürmüştür.
Kant'ın eleştirel felsefesini bütünlüklü bir "gerçeklik kuramına" götüren Hegel...
"Öteki Alman idealistleri gibi Hegel de tek başına Kantçı ilkelerle kendi içinde bütünlüklü bir "gerçeklik kuramı" oluşturmanın olanaksız olduğu düşüncesiyle Kant'ın eleştirel felsefesinin felsefe sorularına son noktayı koyamadığı inancındadır.
Kendinden önceki iki idealist öncelinde olduğu gibi Hegel için de kendi içinde bütünlüklü bir gerçeklik kuramı, tek bir ilkeden ya da tek bir konudan başlayarak bütün gerçeklik biçimlerini (doğa,din,siyaset,sanat vb) dizgeli bir biçimde açıklayabilen kuramdır.
Bu öngörünün alanda yatan temel öncüllerden biri, hiç kuşkusuz Hegel 'in ancak böylesi bir dizgeli doğaya konu bir kuramın inancın yerini bilginin almasına olanak tanıyacağını düşünmesidir. Çoğu felsefe tarihçisinin gözünde bu düşünüşüyle Hegel , inanç ile bilgi arasındaki ikilik karşısında bilgiden yana aldığı tutumla, genelde Alman Aydınlanması bağlamına, daha özeldeyse Alman İdealizminin usçu çerçevesine yerleştirilmektedir.
Hegel'e göre "Gerçeklik ve Us" ilişkisi...
Hegel 'e göre bütün gerçekliği açıklayan temel ilke us 'tur. Hegel'in "us" denilenden en genel anlamda anladığı, belli bir insan tekine ya da tek bir özneye yüklenebilecek belli türden bir nitelik ya da yeti değildir.
Tam tersine bütün gerçekliğin toplamıdır us..
Bu düşünce uyarınca Hegel , us ile gerçekliğin bir ve özdeş olduğunu, birbirlerinden şu ya da bu biçimde ayrılarak düşünülmelerinin olanaksız olduğunu ileri sürer: "Ussal olan gerçek, gerçek olan da ussaldır." Usun, Spinozâ nın tözünden ayrı olarak, en son amacı usun kendisini tanıması olan, diyalektik anlamda aşamalanmış bir gelişim süreci olarak anlaşılması gerekmektedir.Ancak usun bir epistomolojik ve bir ontolojik temeli olduğunuda kabuleder. Us gerçekliğin bütünü olduğu için bu enson amaç ancak us kendisini bütün gerçeklik olarak tanıdığında gerçekleşmiş olacaktır. İşte felsefenin temel amacı da usu kendi bilgisine taşıyan bu sürece ilişkin, bu sürecin uğraklarına, usun hangi aşamalardan nasıl geçtiğine ilişkin tutarlı bir açıklama sunmaktır.
Hegel ve Aristo mantığı arasındaki fark:Varlığı oluş içinde ,tarihsel gelişim içinde bilmek
Aristotdes mantığına göre, "şurada olan ağaç" için söylenebilecek doğru, "orada olanın ağaç olduğu"dur. Ne var ki Hegel mantığı açısından orada olan ağacın masa ya da kâğıt olabilecek olmasını söylemek de aynı derece doğrudur-söz konusu ağacın gerçekliğinin eksiksiz bilgisini edinmek bakımından. Bu anlamda Hegel gerçekliğin en üst anlatımının "varlık'ta değil "oluş" ta bulunduğunu belirterek, bunun aynı biçimde düşünce için de geçerli olduğunu söylemektedir. Çünkü bir şeyin gerçek bilgisine ulaşabilmek için salt o anki halini ya da durumunu bilmek yetmez, geçmişte ne olduğunu ve gelecekte ne olacağını da bilmek, yani o şeyi bütün bir tarihsel gelişimi içinde bilmek, bir şeyi eksiksiz bilme ediminin ayrılmaz bileşenleridir