Thursday, February 21, 2008

Retorik sanatı ve "ethos,logos,pathos"

Retorik ,Figure of speech yada “mecaz” denilen, söz sanatında sıradan ve rutin kullanımın dışında anlamlar yaratan ,etkileyici ve güzel ifade biçimleridir.Retorik sanatında kullanılır .

Climax(Doruk),kelime, kelime grubu veya cümleleri etkileri yada önemleri giderek artacak şekilde art arda kullanmak: “It is an outrage to bind a Roman citizen; it is a crime to scourge him; it is almost parricide to kill him; but to crucify him—what shall I say of this?” : Bir roma vatandaşını bağlamak ayıptır,kırbaçlamak suçtur,öldürmek gözüdönmüş bir canavarlıktır ya O’nu çarmıha germek.Buna ne denebilir?

Anticlimax(Dip), Mizahi bir etki yaratmak için cümle içinde önem sırası giderek düşen ifadeler kullanmak,mesela “ Mussolini rejiminin büyük başarısı,ulusal bir bilinç yaratmak,büyük İtalyan imparatorluğunu canlandırmak ve trenlerin zamanında kalkmasını sağlamak olmuştur.” gibi…

Antithesis (tez ve antitez oluşturan zıt kelimeleri yan yana kullanmak) zıt anlamlı iki kelime yada ifade grubunu yan yana dikkat çekecek şekilde kullanmak., İngiliz şair Alexander Pope’nin yaptığı gibi: “hata insana,bağışlama tanrıya mahsustur.”,”gök yüzünde de uçtum,denizlerin diplerine de indim…

Conceit (konsept veya fikir) süslü abartıyı(extravagance) veya benzetiyi (simile) kullanarak birbirine benzemeyen tamamen farklı iki şey arasında paralellik(analoji) kurmak Öz.17 yy. metafizik İngiliz şiirinde görülür. Örnek:İngiliz şair John Donne, iki sevgilinin yan yana gelen ruhunu bir pergele benzetmişti.

Euphemism(örtmece-üstü kapalı söz), kötü çağrışımlar yapan kelimelerin yerine daha hafiflerini
koymak.Tuvalet yerine lavabo,ölmek yerine ruhun huzura kavuşması gibi.

Exclamation(Ünlem) Ani bir heyecanla araya girerek şiddetli bir duyguyu,korkuyu,nefreti veya matemi ifade eden ünlemli ifadeler kullanmak William Shakespeare's drama Macbeth’de Lady Macbeth says, “Dışarı,dışarı,lanetli varlık”, Hamlet’te prensesin ağlaması gibi “O şeytan şeytan, gülen lanetli şeytan!”

Hyperbole, bir şeyi olduğundan fazla gösterme,abartma İngiliz yazar Thomas Babington Macaulay: “Dr. Johnson çayını okyanuslardan içerdi..”

Irony, mizahi vaya hafifçe alaylı biçimde, sözleri görünür anlamın tersini ifade edecek biçimde kullanma sanatı.” İrlanda’nın fakir insanları çocuklarını yenmek üzere zenginlere satarak fakirlikten kurtulabilir”. (İngiliz hiciv ustası Jonathan Swift)

Litotes, fikirlerin etkisini artırmak için onları küçümser bir ifade ile kullanmak “İngiliz şair Thomas Gray düz yazıda da pek az hüner göstermiş sayılmaz”,

Metaphor, bir kelime yada tabirin yerine aralarındaki benzerlikleri göstererek anlamı anlaşılır ve güçlü hale getirmek için başka kelime yada tabirlerden faydalanmak “Tanrının kanunu,ayaklarınızdaki ışık ve yolunuzdaki lambadır.”; “Bir küfür yağmuru patladı aniden”

Metonymy, aralarında ilişki olan ibareleri birbiri yerine kullanma “uçakta hostes iyi bir masa donattı.”(yemeğin iyi olduğu anlatılıyor)

Onomatopoeia, sözcüklerle doğal sesleri taklit etme sanatı..“vızlayan arı” , “şarıldayan su”

Oxymoron, iki zıt kelimeyi yan yana kullanma sanatı.Yaşayan ölü,yanan buz gibi.

Paradox, sağduyuya ilk bakışta aykırı görülse de temelde doğru olan ifadeler kullanma sanatı. “barış için savaş” ve “oldukça tanınan bir gizli servis ajanı.” (Oksimoron ile karşılaştırdığında tanımlama amaçlı olmadan,daha somut ,gerçekçi durumları bildirmek için kullanılıyor)

Personifikasyon, doğa olaylarını,cansız nesneleri veya soyut ifadeleri canlı varlıklarmış gibi kullanma sanatı.“ihtiyaç icadın annesidir”; “Gece şehri abanozdan kanatlarının altına aldı”

Rhetorical question, cevap almak için değil,yergide bulunmak, açık olan cevaba dikkati çekip daha iyi empati yapmayı sağlamak için sorulan soru. “Yardım gerektiğinde bana yardım ettin mi? Yükümü hafifletmek için bir şey yaptın mı?”

Simile, “benzer” veya “gibi” sözcükleriyle kullanılan metafordan daha spesifik benzetmeler.”Hıristiyanlık paganizmin karanlığında bir ışık gibi parladı”

Synecdoche, tümü parçalarıyla,parçaları tümle,türü cinsle ifade eden mecazi tabirler kullanma sanatı. “50 baş sığır,” baş tüm sığırlar için kullanılmıştır. “Başkanın yönetiminde ülkenin en iyi beyinleri toplanmıştır” Beyinler entelektüel olarak parlak insanlar yerine kullanılır.

Analoji,kıyaslama ,verilen bir örnekle başka bir örneğe atıfta bulunma

Günümüzde görsel ve yazılı medya medya dünyasında etki yaratmak üzere kullanıldığında retorik sanatı üç yöntemden birisine dayanıyor.Bu yöntemler İnsandaki Ethos(güven),logos (akıl,bilgi)ve pathos(duygu) denilen niteliklere çağrıda bulunmakla ilişilidir...Bunu en iyi belki de reklamcılar bilir ve uygular.

Ethos ,güvenilir,çevresinde itibarı olan kişi ve kurumları ağzından seslenir.Örneğin eski bir benzin istasyonu reklamı olan Alpet reklamında, Fatih Terimin filmde bulunuşu ile, Terimin içinde bulunduğu(kefil olduğu) bir işin yabana atılır bir iş olmadığına dikkat çekiliyor

Logos ,akla,mantığa seslenir ikna etmek için.Bazı pencere boru reklamlarında,kalınlık ölçüsü vererek, alıcıya ,buyur karşılaştır bakalım,değmiyorsa almazsın söylemi örnek verilebilir.

Pathos ise duygulara hitap eder.”Erke dönergeci diye bilinen enerjiüreten makinenın(!)” altında türk mühendisliğinin zekası ve azmi olduğu gibi,Derby reklamında Ali Desideronun türk bayrağıyla(hafif mizahi bir unsurda katılarak) Samuray bıçaklarının yerliliğine atıfta bulunması gibi ve yakın tarihte siyaset sahnesinde gördüğümüz ,muhtemel amacının iktidarın gücünü eline geçirmek ,kendi ya da ailesine çıkar sağlamak gibi görünen Cem Uzan isimli işadamının amacının sadece Türklüğün şeref ve itibarını kurtarmak olduğunu ifade etmesi,sadece vatandaşını düşündüğünü ileri sürmesi gibi örnekler pathosun retorik sanatında kullanılış biçimi ortaya koyar.

Pathos da mantıktan iyice uzaklaşılır çoğu kez.Bir illüzyonist hüneri ile seyirci arzu edilen yere doğru sürüklenir.

Pathosa seslenildiğinde ,dil de lirikleşir,müzik alt yapıyı renklendirir.

Şiir de retorik sanatı içinde kullanılabilir.Sevgiden bahseden şiir ve şarkılarda,sevgi bir kendinde iyi haline getirilerek, mantığından, ekonomisinden koparılır.Sevginin kökenini,anlamını ,ideolojik kullanımını araştırmak yasaklanır.Duygular adeta bir uyuşturucu madde etkisi yaratır maruz kalanlar üzerinde.

.

Tuesday, February 19, 2008

Sol ve sağ günlük hayatımızda hangi seçimleri temsil eder

Solun önceliği maksimum üretim artışında değildir.OLMAMALIDIR.
Üretim her alanda sınırsız bir serbestlik içinde değil,sadece kar
mantığına göre değil, aynı zamanda ihtiyaçlar dikkate
alınarak,planlı şekilde yapılmalıdır.

Sol önceliği eldekini paylaşım adaletinde ve herkesin insanca
yaşayabilme hakkına saygıya vermelidir..

Solun,zenginliklerin toplumsal paylaşımında eşitliği
sağlayabilmesi ve ayrım gözetmeden
herkesin insanca yaşama hakkını teminat alabilmesi için önüne koyması gereken hedefler şunlar olmalıdır

a.Maddi şartlarına bakılmaksızın herkes eşit
eğitim,sağlık,sigorta,emeklilik haklarından faydalanabilmelidir
(Türkiye de yaygınlaştırılmış biçimiyle hiçbirisi yok)

b.İnsanlıktan çıkaran aşırı çalıştırılmaya karşı birey
korunmalıdır.
(Türkiye'de bir büyük fabrika bünyesinde çalışan işçiler için
kısmen sağlanmış olabilir,bir otosanayi için asla
söz konusu değil mesela.Beyaz yakalılar ve doktorlar ise
insafsızca çalıştırılmaya zorlanmaktadır.)

c.Devlet hastahanesi ,içinde yakıtı olan okullar, herkesin spor
yapabilmesi için tesis,çalışan kadınlar için kreş yapılmalı,konut
yardımı,lojman yapımı,doğa alanlarının herkesin faydalanabileceği
şekilde değerlendirilmesi gibi sosyal hizmetler sunulmalıdır
(Türkiye de asla böyle hizmetler söz konusu olmamakta.
Kendi vatandaşları için kreş,konut yardımı,lojman yapımı
gibi şeyler bir yük gibi görülmektedir.
Zira bunların, katma değer yaratmayan boş yatırımlar
olduğu(para gelmeyecek ya), kapitalistlere devlet ihaleleri
ve iç borçlanma senedi faizleri ile devredilecek sermayeden çaldığı,
dolayısıyla iktidarın sebeb-i mevcudiyetine aykırı olduğu ,
sömürü düzeninin devam ettirilmesi gayretine ayak bağı olduğu
düşünülmektedir.)

d..Sınavlar,işe almalar kayırmasız gerçekleştirilmeli,
ülke yönetiminin her kademesinde etnik köken,dini görüş farkına
bakılmadan herkesin çalışabilmesi için fırsat yaratılmalıdır.
e.Ülke için stratejik önemi olan elektrik santraller,savunma sanayi
tesisleri,demir,çelik,kömür işletmeleri , telekomünikasyon sektörü
gibi sektörlerin kamuda kalmalıdır

f.Ülkeyi dışa bağımlı hale getirecek dış borçlanmadan titizlikle
kaçınılmalı ,ülkenin geleceği ipotek altına alınmamalıdır.Bu solun
özgürlüğe verdiği değerden gelir.

h.Halkın doğru bilgilendirilmeli (ki bu çok önemli bir halk
hakkıdır),birikimleri dolandırıcıdan, vurguncudan,hortumcudan
dikkatle korunmalıdır
Doğru bilgilendirilmemiş halkın parası, hükümetin bizzat yöneticisi
olduğu piyasa içinde göz göre göz göre hortumlandığında,başbakanı
vatandaşa yatırırken bana mı sordun? diye fırça çekeceğine, hükümet
sorumluluğu en baştan kabullenip,üstüne düşenleri yapmalıdır.

ı.Vergiler adaletli alınmalıdır.Kdv ve ötv gibi dolaylı vergilerle az
para kazananla çok para kazanandan aynı vergi alınarak halk
mütemadiyen soyulmamalıdır.

i.insanların din,dil ve etnik köken hakkına saygı
gösterilmesi.Binlerce yıllık lisanını insanların radyo ve tv de
duyabilmeye,çocuğuna isim koyabilmeye,okula gönderdiğinde dilini
öğretebilmeye (yardımcı lisan olarak da olsa) hakkı olduğu kabul
edilmelidir.

j.dış ilişkilerinde önceliği adil ve insancıl ülke yönetimleriyle
işbirliğine vermeli.Dinsel,ırksal yakınlığa,kurtlar sofrasında bir
yer de kendisi kapmaya dayalı dış politikalar geliştirmemelidir.

k.Sol yalnız bir ekonomi politika değil aynı zamanda bir dünya
görüşüdür.Bir ahlaki duruşu vardır.Bu ahlaki görüşler şu şekildedir.

Sol, insanların kanun koruması altında ya da kanun dışı olarak
birbirini soyması,sömürmesine ahlaki olarak karşıdır.Kimsenin emeği
bir başkası tarafından çalınmamalıdır.

Sol,insan hayatının tüm gayesini yalnızca daha çok meta üretmek
üzere çalışmasında görmez.İnsan ailesiyle ilgilenebilmeli,
eşi ve çocukları ile günde birkaç saatin dışında da
görüşebilmelidir.Spor ve sanata ayıracak, arkadaşlarıyla sosyal
ortamlarda bir araya gelecek zamanı olmalıdır.
Bu haklar yalnız özgür ve zengin insanlara ait haklar olmamalıdır.

İnsan,doğaya ait bir varlıktır.Doğal ortamlar içinde
bulunmalıdır.Doğal varlıklar sağın yaptığı gibi birer pazarlama
nesnesi haline dönüştürülmemeli, herkesin erişimine açık olmalı ve
doğal hallerinin korunmasına özen gösterilmelidir.

Sol,dünya barışından yanadır.Çıkarları için savaşmaz ancak özgürlüğü
için savaşır.Çıkarları için savaşanları insanlık suçu işlemiş sayar.

Sol, her insanın doğumundan itibaren diğerleriyle eşit olduğunu kabul
eder.Tüm dünya halklarını, din,dil,ırk farkı gözetmeden kendi
halkına kardeş sayar.Din,dil,ırk üstünlüğü gözeten ve bu
paradigmayla başkalarından çalmaya kalkan,başka hakları kendi egemen
düzenleri içinde, kendilerine hizmet etmeye zorlayan ideolojileri
şiddetle kınar.

Sol,din başta her türlü dogmatizme karşıdır.Bilimsel dünya görüşünü
resmi görüşü olarak kabul eder.

Monday, February 18, 2008

Büyük filozoflar (1):Hegel

Hegel(1770-1831), 1807 de “phenemonology of mind” ı yayımladı... Hegel’e göre insan; varlık hakkında duyuları hiç kullanmaksızın yalnızca akıl yoluyla gerçek ve kesin bir bilgiye ulaşabilir-ki işte bu yüzden de Hegel idealist bir filozoftur- Çünkü aklın yasalariyla varlıgın yasaları bir aynıdır. Bunu da “Akla uygun olan gerçek, gerçek olan da akla uygundur” sözüyle ifade etti.

Hegel her şeyin temelinde bir evrensel varlığın,İde’nin var olduğunu düşünüyordu.İdeden ayrı bir ilke,ondan ayrı,onun dışında da bir şey yoktu.Var olan her şey onun ortaya çıkışı,belirmesi,belli bir biçim alması,tenleşmesiydi.Mutlak varlık sadece varolmanın da ötesinde bir gelişme,ilerleme ve değişmeydi.Diyalektiğe dayanan felsefesinde,İde çokluk çeşitlilik,tek teklik içinde kaybolup gitmez;düşünen Tinde(zihinde) yeniden kendine döner.Tin kendini bilip tanıyan mutlak varlıkdır.Farklar ve antitezler mutlağın kendini gerçekleştirdiği gelişmesinde birer ara durak,uğraktır(Moment)Her kavram kendi antitezini,olumsuzlamasını içinde taşır.Mutlak varlık kendini olumsuzlayarak ,tek tek varlıklar ve çokluk(Doğa) haline gelir.Bu mutlak varlığın kendisine yabancılaşmasıdır.Ama çokluk,doğada görülen tek tek varlıklar , gelişmenin bir uğrağıdır yalnızca.Tek tek varlıklarda kendini olumsuzlayarak,bütünselliğe yani birliğe yönelir ve insan bilincinde yani kendini tanıyan bilinçte,maddesel ve manevi bütün varlıklar yani evren yeniden buluşur ve birleşir.Böylece,başlangıç noktasına yani mutlak varlığa daha yüksek bir düzeyde ,bilinç düzeyinde yeniden ulaşılmış olur.

  • Tin bütüne ulaştığı yolculuğuna tarihte,iklim,coğrafi yer,ırk ve ulus tarafından belirlenmiş bir yerden başlar.Gelişmemiş bir “ruh” halinde veya “duyum” halinde bulunan Tin bu haliyle antropolojinin inceleme konusudur.
  • Bir sonraki basamakta “kendini duyuş” gerçekleşir.Öteki benleri de tanıyıp kabullendiğinde ahlak ve devlet şeklinde nesnel Tin ortaya çıkar.Tarih halklarda beliren Tinin gelişiminden başka bir şey değildir.Tarihin belli bir anında bir halk Tinin gelişimini üstüne alır ve gerçekleştirir.

Tinin tanınmasında kullanılan araçlar

  • Mutlak Tin ilk ortaya çıkışında Sanattan faydalanır.Sanat İde’nin sezgiyle ve doğrudan doğruya tanınıp bilinerek ortaya konulmasıdır.
  • Din aşamasında İdenin doğrudan muhatap olduğumuz varlıklardan üstün olduğunu anlarız.
  • Felsefe üçüncü aşamadır.Sanatın ve dinin taşıdığı doğruluğun daha üst seviyede kavranmasıdır.
Hegel Nesnel Tinin, yani hukuk,ahlak,devlet gibi gerçekler içinde genelleşmiş, öznellikten kurtulmuş ve kendini gerçekleştirmiş Tinin,en son ve kusursuz örneğini Prusya devletinde görüyordu.Mutlak Tinin en kusursuz gerçekleşmesi olan Felsefeyide kendi felsefesinde görüyordu.

Hegelin (1)eleştirisi bu düşüncesinden kaynaklanır.Zira Engels’in de belirtmiş olduğu gibi,bir yandan “Diyalektik” anlayışın özünü oluşturan değişim gücünün sürekliliğinden bahsederken bir yandan Mutlak Tinin gerçekleşmesinde Prusya devletini ve kendi felsefesini her şeyin sonu ve insanlık tarihinin kapanışı olarak görmesi ciddi bir çelişkidir. (2) eleştiri: 2.bir çelişki , tin-madde-tin diyalektik hareketi içinde ortaya çıkar. Bu, mutlak-öznenin yabancılaşma sürecini tamamladıktan sonraki süreçte başlayan geri çekilme hareketinde, yani mutlak-tinin maddeden kurtuluşu olarak ifade edilecek felsefi edimde, din bir yabancılaşma unsuru olarak kavranır. Özel mülkiyet, hukuk, ahlak, sermaye, vb. öğeler bu süreç içinde orataya çıkarlar fakat geri çekilme hareketi içinde(maddeden felsefi soyutlama aracılığıyla kurtulmayı kastediyorum) yok olurlar. İşte tam da bu nokta, dinin de yok olmasını gerektirirken Hegel bu hatayı gözden kaçırmıştır. O, tutarlı olması için dinin de bir yabancılaşma öğesi olarak imlediği felsefi süreç içinde, demek ki dinin yok oluşunun önüne geçememektedirHegel felsefesinin ateist bir felsefe olduğunu ileri süren düşünürlerin başında gelen ünlü Rus filozof Alexandr KOJEVE’nin Hegel felsefesini yorumlarken yapmış olduğu hata işte bundan kaynaklanmaktadır. O (Kojeve) ve benzer düşünceli filozofların Hegel’i ateist olarak değerlendirmelerinin kaynağındaki çelişki budur işte Onlar Hegel’in tutarlı olması için dinin yadsınması/geri çekilme spesifik hareketi içinde yok olması gerektiğini haklı olarak ileri sürerler, oysa Hegel’in niyeti hiç de bu değildir. Onun amacı katıksız kurgu temelinde tanrıya doğru uzanan felsefi bir eldir.


Hegelin ve Marksın diyalektik anlayışları arasındaki fark:

Bu nedenle Hegel için temel olan düşüncenin, bilginin ilerleyişinin vs yasaları..Maddenin evrimi ise düşüncenin kendini gerçekleştirme macerası. O zaman Hegele göre Maddenin değişmez yasaları diye temel bir kavram yok bir anlamda.

Ama şu var: Hegele göre varoluş "baştan varolan amaca" dayalı bir evrim. Yani önce yabancılaşıp sonra insanda kendini bulma macerası . Ve diyalektik denilen şey bu amacı baştan belirli evrimi yöneten kanunlar.

Diyalektik materyalizmde ise "bu baştan varolan amaca doğru evrimi tanımlayan diyalektik", düşüncenin kendini gerçekleştirmek için işleyişine dair yasalar olmaktan çıkıp maddenin yasaları konumuna yükseltiliyor

Bütün felsefesi boyunca insanın özünde tarihsel bir varoluşu bulunduğunu, tarihinse özgürlük bilincinin gelişimiyle özdeş olduğunu savunan Hegel , gerçek özgürlüğün üyelerinin birbirlerinin varlığını aynı ölçüde karşılıklı olarak tanıdığı, birbirlerine eşit derecede saygı gösterdiği bir toplumda yaşamak ile edinilebileceğini ileri sürmüştür.


Kant'ın eleştirel felsefesini bütünlüklü bir "gerçeklik kuramına" götüren Hegel...

"Öteki Alman idealistleri gibi Hegel de tek başına Kantçı ilkelerle kendi içinde bütünlüklü bir "gerçeklik kuramı" oluşturmanın olanaksız olduğu düşüncesiyle Kant'ın eleştirel felsefesinin felsefe sorularına son noktayı koyamadığı inancındadır.

Kendinden önceki iki idealist öncelinde olduğu gibi Hegel için de kendi içinde bütünlüklü bir gerçeklik kuramı, tek bir ilkeden ya da tek bir konudan başlayarak bütün gerçeklik biçimlerini (doğa,din,siyaset,sanat vb) dizgeli bir biçimde açıklayabilen kuramdır.

Bu öngörünün alanda yatan temel öncüllerden biri, hiç kuşkusuz Hegel 'in ancak böylesi bir dizgeli doğaya konu bir kuramın inancın yerini bilginin almasına olanak tanıyacağını düşünmesidir. Çoğu felsefe tarihçisinin gözünde bu düşünüşüyle Hegel , inanç ile bilgi arasındaki ikilik karşısında bilgiden yana aldığı tutumla, genelde Alman Aydınlanması bağlamına, daha özeldeyse Alman İdealizminin usçu çerçevesine yerleştirilmektedir.


Hegel'e göre "Gerçeklik ve Us" ilişkisi...

Hegel 'e göre bütün gerçekliği açıklayan temel ilke us 'tur. Hegel'in "us" denilenden en genel anlamda anladığı, belli bir insan tekine ya da tek bir özneye yüklenebilecek belli türden bir nitelik ya da yeti değildir.

Tam tersine bütün gerçekliğin toplamıdır us..

Bu düşünce uyarınca Hegel , us ile gerçekliğin bir ve özdeş olduğunu, birbirlerinden şu ya da bu biçimde ayrılarak düşünülmelerinin olanaksız olduğunu ileri sürer: "Ussal olan gerçek, gerçek olan da ussaldır." Usun, Spinozâ nın tözünden ayrı olarak, en son amacı usun kendisini tanıması olan, diyalektik anlamda aşamalanmış bir gelişim süreci olarak anlaşılması gerekmektedir.Ancak usun bir epistomolojik ve bir ontolojik temeli olduğunuda kabuleder. Us gerçekliğin bütünü olduğu için bu enson amaç ancak us kendisini bütün gerçeklik olarak tanıdığında gerçekleşmiş olacaktır. İşte felsefenin temel amacı da usu kendi bilgisine taşıyan bu sürece ilişkin, bu sürecin uğraklarına, usun hangi aşamalardan nasıl geçtiğine ilişkin tutarlı bir açıklama sunmaktır.


Hegel ve Aristo mantığı arasındaki fark:Varlığı oluş içinde ,tarihsel gelişim içinde bilmek

Aristotdes mantığına göre, "şurada olan ağaç" için söylenebilecek doğru, "orada olanın ağaç olduğu"dur. Ne var ki Hegel mantığı açısından orada olan ağacın masa ya da kâğıt olabilecek olmasını söylemek de aynı derece doğrudur-söz konusu ağacın gerçekliğinin eksiksiz bilgisini edinmek bakımından. Bu anlamda Hegel gerçekliğin en üst anlatımının "varlık'ta değil "oluş" ta bulunduğunu belirterek, bunun aynı biçimde düşünce için de geçerli olduğunu söylemektedir. Çünkü bir şeyin gerçek bilgisine ulaşabilmek için salt o anki halini ya da durumunu bilmek yetmez, geçmişte ne olduğunu ve gelecekte ne olacağını da bilmek, yani o şeyi bütün bir tarihsel gelişimi içinde bilmek, bir şeyi eksiksiz bilme ediminin ayrılmaz bileşenleridir


Yunanca'da sevginin dört türü ve "agape" kavramı

Sevginin dört türü eski yunanca da şöyle isimlendirilmiş.

Eros zevk almak ve sahip olmak,philia ilgi duymak ve merak etmek(belki kendini bulmak ve geliştirmek için fırsatları kullanmak),storge /ait hissetmek, Agape/birisinin benle ve ya dünyayla ilişkisi merkezinde değil varoluşu ve eşsizliği dolayısıyla anlaşılması, takdir edilip hoşa gitmesi...

Agape,sempati,şefkat,kavrayış ve empatide olduğu gibi bütün ötekilere yönelmiş bir tutumdur.O başkasının çıkarlarını düşünmek,tereddütle ya da zorlukla da olsa meselelere başkasının gözünden bakmayı öğrenmektir.Agape kendi ile başkaları arasındaki farklılıklara hoşgörülü davranma ve onlarla birlikte yaşama istekliliğidir ve özgür seçimle işler.

Temel dürtü Agape olduğunda,iki insan arasında cehennem belki zorunlu olarak cennet olmayacaktır,ama en azından ilişki çekilebilir hale gelecektir.Agape,bir ailenin huysuz yaşlı bir ferdine,bir askerin kollarında ölmekte olan düşman askerine,bir öğretmenin sınıfındaki yeniyetme bir dik başlıya duyduğu sevgidir.Bu,insan varlığının gösterebileceği en saygın özelliğidir.
Belki de insanların içlerindeki agapeyi keşfetmeleri,bu duygunun hayatlarını yönetmesine istekli olmaları ve içlerindeki agapeyi büyüterek yetiştirmeleri,geliştirmeleri gerekiyor.

Büyük dinlerin bütün canlılara duyulan şefkat ve merhamet dedikleri şey de bu olsa gerektir.Ancak agape kavramından da anlıyoruz ki dünyayı bu duygunun gözleriyle görmek için hiç de dini bütün bir insan olmaya gerek yok.Sadece içimizdeki duygunun sesine kulak vermek yeterli.

Eros çoğu erkeğin güdülenimini oluşturuyor günümüzde.


Storge ise erkeklerin daha çok siyasi ve etnik konular gündeme geldiğinde ,savaş sözkonusu olduğunda hissettikleri,kadınların ve çocukların ise aile bağlamında her zaman kuvvetlice hissettikleri bir sevgi türü olsa gerek.

Philia ise sezgi gücü yüksek olanların,bilim adamlarının, felsefecilerin, sanatçıların aşina oldukları bir bağlanma türü.


Agape ise dindarların ve romantiklerin sevgi duygusu herhalde.

Sunday, February 17, 2008

Dünyanın Ucundaki Fener

Denizfenerleri,dünyada bir başınalığın,açık denize uzanan ışıklarıyla yol göstericiliğin ,denizin karayla birleştiği sınırın karasal bölümünün nihai temsilcisi olarak gizemli sembolik anlamlara sahiptir.
Fransız yazar Jules Verne'nin ,denizfenerinin çevresinde gelişen bir konuya sahip romanının ismi beni hep etkilemiştir."Dünyanın ucundaki fener" (The Lighthouse at the End of the World) isimli 1905 ilk yayın tarihli bu romana dayanan, Kevin Billington'un yönettiği ve Yul BrayNner,Kirk Douglas,Samantha Eggar ve Fernando Rey'in oynadığı 1971 yılın yapımı "The light at the end of the world" isimli bir sinema filmi de mevcuttur.


























Filmin baş karakteri eski bir madenci Danton(Douglas) 19 yy. sonlarında Kaliforniya altına hücum dönemine katılmış; bu esnada hüsranla biten bir aşk yaşamış ve akabinde kavga sonucu bir kişinin ölümüne yol açtığı silahlı bir kavgaya karışmıştır. Arjantinli yaşlı kurt ,kaptan Moriz (Rey) ve genç yardımcısı Felipe ile yola çıkmak üzere anlaşır ve uygar dünyadan kaçarak, kayalıklar ile tepelerdeki mağaraların arasında yer alan bir deniz fenerine sığınmasıyla başlar film.
Arkasından korsan kaptan Jonathan Kongre (Yul Braynner) mürettebatıyla birlikte çıkıp gelir.Karizmatik ve acımasız korsan Kongre deniz fenerini söndürür.Böylece deniz fenerinin ışığını göremeyerek kayalıklara çarpan gemileri yağmalar ve ganimeti topladıktan sonra gemilerden geriye canlı tek kişi bırakmaz.Bu durumun tek istisnası güzel bir ingiliz kadın olan Arabella(Eggar) olacaktır.Başlarda Kongre'den saklanan Danton ,Arabellayı farkettikten sonra Kongre ile müthiş bir kedi fare kovalamacasına girişir.
En ekstrem durumlarda geçen bir yaşam mücadelesini konu alan film oyuncuları,Verne'nin usta işi romanı ,hiçte dostça olmayan ıssız ve ölümcül atmosferi ve deniz feneri ile sinema tarihinde yerini almıştır.Film İspanyada çekilmişti.Jules Verne'nin esinlendiği fener ise Arjantine bir kaç mil açıkta yer alan "Tierra del Fuego/Land of Fire" denilen bölgedeydi. Panama kanalının bulunuşundan önce gemicilerin güney Amerikanın sonunda yer alan bu dönemeçten geçmeleri zorunluydu.Fenerin dünyanın sonunda yer alması sembolizmi "Tierra del Fuego" nun denzicilikte çok önemli olan bu coğrafi özelliğinden ileri gelmekteydi.Bu bölge ziyarte edildiğidne kaçırılmaması gereken tursitik yerlerden biriside Verne'ye esin veren bu fenerdir(yanda)

Tanrı neden insanla uğraşsın?

Tanrı neden insanla uğraşsın?

Diyelim ki Tanrı var..
Peki insanla neden uğraşsın???

Şu evrensel boyutları göz önüne alalım..

İnsanın boyu ortalama 1.70, ömür ortalama 60-70 sene.

İnsanın özellikleri: düşünür,çalışır,imal eder,yer,içer,uyur,sevişir,genelde rahatı sever…

Bazen aldatır, çalar, öldürür, haksızlık yapar,yalan söyler, içki içer,kaçamak yapar.
Bir bütün olarak bakıldığında genel manzara budur.


Öte yandan evrene bakalım. Dünyanın çapı 12.750 km,Güneşin çapı 1 milyon 380 bin km,dünyaya uzaklığı 150 milyon km ;güneş sisteminin çapı 15 trilyon km veya 1.5 ışık yılı (1 ışık yılı:10 trilyon km),Samanyolu’nun merkezine uzaklığı 30 ışık yılı,Samanyolu galaksisinin çapı 100 bin ışık yılı,Samanyolu’na en yakın galaksi olan Andromeda'nın uzaklığı 2 milyon ışık yılı ve evrenin çapı (bizim görebildiğimiz en uzak gök cismi esas alınarak)20 milyar ışık yılı....


Bir de buna paralel evrenler kuramını ekleyin.Kimbilir kaç evren var? Tanrı bunları yarattıktan sonra insana dönüyor ve onun çetelesini tutuyor...Çok şaşırtıcı bir durum .??

Eski toplumların dini inançları çokluk kendi kavimleri ve yaşadıkları ortamla sınırlıydı

Tepelerindeki gökyüzünü ,dereyi,ağacı gölü kutsal sanmaları bundandır.

Büyüklük algıları sınırlı olduğu içindir ki kendilerini de yaşadıkları coğrafyanın yani algıladıkları dünyanın merkezine koyuyorlardı.

Bu vaziyette Tanrı/Tanrılar günlük yaşamda onlarla hep birlikteydi.Yani aynı dünyada farklı varoluşlar halinde birlikte yaşıyorlardı bir bakıma.

Uzay ile ilgili bilgi arttıkça bu kafa karıştıran muazzam genişlikteki alan ve görünürdeki yıldızlar Tanrı'nın varolduğu mekan ile ilişkilendirildi.Dikkat ederseniz eskiden yeryüzüne atfedilen tanrısal özellikler (örn Türklerde yer-su inancı) artık sadece gökyüzüne atfedilmeye başlanmıştır.

Bu gün artık uzayda Tanrı'nın bir tahtta oturmadığını biliyoruz.(Yine de uzay boşluğuna çıkan bir astronotun tanrı benzeri bir şeyle karşılaşıp karşılaşmayacağını düşünmesi doğaldır.)

Dünyadaki yaşam nedir,ne değildir?

· Yaşam denilen şeyin ne olduğunu da hem biyolojik hem de felsefi manada iyice öğrendik.Yaşamın bir varoluş savaşı olduğunu biliyoruz.Bu savaşın içinde bireyin kendisi yakınları ya da kavmi için yararlı olanı,hayatta kalmayı bugün ve gelecekte sağlayacak olanı yapmaya çalıştığını_biliyoruz. Ve insanın bir düşünceye bağlandığında ondan kolay kopmadığını ve kendini haklı çıkarma mekanizmalarını her zaman çalıştırdığını biliyoruz.Bu demektir ki insanlar arasında farklılıklar kadar haklılıklar,haklılıklar kadar çekişmeler,savaşlar,aldatmalar olacaktır.Bunun adı "Dünyadaki yaşam" dır.

· Bu dünya şartlarında(kıtlık ekonomisi) ve bu insani altyapıyla yaşam denilenin böylesi,mükemmellikten çok uzak bir şey olması gayet doğal.Eğer bir Tanrı var idiyse de bu şartları tam da bu şekilde kurduktan sonra,ardından dünya gezegeninde ne olacağını biliyor olması gerekirdi.

· Sonuçta, “İnsanın evrensel ölçekte bir değerinin olmadığı çok açık görülüyor”.

İnsan ne dünyaya ne güneş sistemine ne de evrenin sonsuz denebilecek boyuttaki kayıtsız yapısına bir şey ispat edebilir.İnsanların kendi aralarında iyi geçinmesi evrenin yaratıcısı bir varlığın bu kadar ehemmiyet verebileceği bir şey değildir.Böylesi bir insan-tanrı ilişkisi tasavvur edebilenlere hayret etmemek, aklı başında ,dünyayı kavramış bir insan için mümkün görünmüyor..

Evet,insan sadece bir insandır ve biyolojik açıdan basitçe dünyada diğer yaşayan varlıklara neredeyse tıpatıp benzer,yaşam kaygısını tam özünde barındıran bir varlığa sahiptir.Evrensel boyutları atlayıp Tanrıyla,insanı yakın gören anlayış,insan merkezci alışkanlıkların kalıntısını taşıyor.İnsanın O'nun görünümünde yaratıldığı,aklın sadece ona bahşedildiği(Tanrıya benzer bir aklın),iyi ve kötü bilgisine sahip olma ayrıcalığını yaşadığı gibi şeyler, insanı Tanrı'nın uğraşabileceği bir mertebeye yükseltmek için uydurulmuştur.

İyilik-kötülük bilgisi ve akıl gibi özellikler aslında son derece insani (yeryüzünde geçerli) ve evrensel ölçekte bir değeri olmayan şeylerdir.


Ve aklın gereği olan soru şudur?

İnsanın,böylesi bir gezegende böylesi tuhaf bir hayat sürerken, yaşamsal ve etik düzeyde,irili ufaklı,doğru yanlış binlerce eylemi üzerinde Tanrı neden dursun?

Yaratılış planının gayesi ne olabilir?

Yaratımın gayesi insanlarla bir tür oyun oynamanın ötesine geçebilmekte midir? İnsanların arasında ki ilişkiler onun için neden bu kadar önemli?

20 milyar ışıkyılı çapında ki evren,”minicik bir dünyanın,başta konulan boyutlar düşünüldüğünde, mikroskobik düzeyde ki bir çeşit canlısı olduğu açık olan insanın” başrolünü oynadığı, bir dizi yapılması ve yapılmaması gerekenlerden kurulu kendini sürekli tekrar eden bir ritüelin gerçekleşmesi için mi var? Lütfen,"bunu Tanrı bilir" diyenler “akla dayalı” bir hayat üzerinde” varlıklarını onadıklarını bir daha sorgulasınlar.

Sınav polemiği

Bu dünyada biz bir sınava tabii tutuluyoruz ama sebebini bilemem, onu Allah bilir, ama çok önemli bir sebep olmalı-diyorsunuz diyelimki.

Peki nedir o önemli sebep?Böylesi bir sebebin olmadığı görülüyor ve mantık zinciri kesiliyor.Kesildiği noktada da “dogmaya” dönmüş olunuyor.(Ben bilmem Tanrı bilir)

Çifte standart yürütmek istemiyorsak eğer mantığı hayatımızdan tümüyle çıkartalım o takdirde ve göreceğiz ki mantıktan vazgeçtiğimiz noktada her iddia geçerlidir.

Scientology de ,Budizmin “karma öğretisi de,Mahianizm de doğrudur.

.

Birisinin diğerinden ne farkı var mantık kesintiye uğradıktan sonra?

Eğer yaşam etik düzeyde bir imtihansa, Budizmin ileri sürdüğüşekilde de bir imtihan olabilir.Yani,Buda’nın yasalarını izleyerek,her re-enkarnasyonun sonunda daha üst bir yaşam formuna geçerek, sonunda nedensellik zincirinden kurtulmaya dönük bir imtihan oluyor olabiliriz.Neden olmasın.

Ama şunu sormak aklın gereği.”BİZ NEDEN İMTİHAN OLALIM” veya BİZİ BAZI ÜSTÜN VARLIKLAR NEDEN İMTİHAN ETSİN Kİ?” Bu imtihan , kime (bize ve tanrıya) ne kazandıracak ve hangi tutarlı amaca hizmet edecek?Karşılığında bilmiyorum ama, “öyle işte” cevabı verilecekse , bütün dini sistemler doğrudur denildiğinde çürütülme imkanı kalmaz..Zira artık adına akıl ve mantık dediğimiz yaşamsal pusulayı kaybetmiş bahtsız insanlar haline gelmiş oluruz.

İRADENİZİ DEVİR ALMAK ÜZERE ÜZERİNİZE ZIPLAYAN DİN BEZİRGANLARINA NE CEVAP VEREBİLİRSİNİZ ?

“Öte dünya faraziyesiyle” işe başlayan bir dine mensup olmaya kalkmanın en büyük zorluğu, bu dinlerin tüccar zihniyetiyle hareket eden kurucu ve yöneticilerinin, “insana ait, akla dayanan özgür iradeyi” , öbür dünya mükafatı karşılığında vesayet altına almak istemelerine rıza göstermektir.

Hasbelkader bir inanan olduktan sonra bir de bakarsınız ki attığınız her adıma karışılmaktadır..Üstelik ortada olmayan tanrının yerine vekalet ettiklerini, onun bizzat sözcüsü olduklarının gayet açık olduğunu iddia edenler tarafından..

Filozof John Stuart Mill, Tanrıya inancını sunmasını veya öte dünyada kötü kaderine razı olması seçeneklerini önüne sunanlara sert bir üslupla şöyle cevap veriyor.

Tavsiyem, aşağıdaki sözleri iyice okumanız ve sizi özgür iradenizi savunmak zorunda bırakmayı görev edinmiş, dünya ölçeğinde çok sayıda bulunan, sınır tanımaz şarlatanlar ortaya çıktığında,derhal savuşturmak üzere “kutsal sözler misali” hatırınızda tutmaya çalışmanız..

Tanrı’ya inanmam ve aynı zamanda bu varlığa en yüksek insan ahlakını ifade eden ve olumlayan isimler vermem söylendiğinde,gayet açık olarak inanmayacağımı söylerim.

Böyle bir varlığın üzerimdeki gücü ne olursa olsun,kesin olan şey,ona tapınmaya mecbur olmadığım ve tapınmayacağımdır.Ben,kendi türümden canlılara bu vasfı yakıştırırken kastettiğim şeyin dışında hiçbir varlığa “iyi demem” ve bunun için böyle bir varlık beni cehenneme mahkum edecekse,cehenneme giderim.”(J.S.Mill)

Görüşmek üzere değerli arkadaşlarım,sadece köktendinci tuzağa düşmemiş ,üzerinde tartışılabilir kalitede yorumlar geldiği takdirde cevap vereceğim.

Can Güngen

17.Şubat 2008 Pazar
Merter İstanbul